7 Şubat 2014 Cuma

Evrenin Açıklanamayan Sırları



Güneşimiz gezegenimizin başına çökmüş bir bela mıdır?
Zaman içinde yolculuk mümkün müdür?
Anti(Karşı veya negatif olarakta bilinir) maddeye ne oldu?
Marstaki su nasıl yok oldu ?
Büyük patlamadan (Big Bang) önce ne vardı ?




GÜNEŞİMİZ, GEZEGENİMİZİN BAŞINA ÇÖKMÜŞ BİR BELA MIDIR?

Evrenin açıklanamayan sırları arasında Dünyada yaşamanın keyfini süren bizler için büyük aciliyet taşıyan biri var. Acaba Dünyalılar (İnsanlar ve insanlardan önce yok olmuş dinazorlar) 26 milyon yılda bir yok olmak üzere mi planlandılar ? Eğer öyleyse, bu periyodik yıkım yağmuruna ne sebep olmakta ?



Amerika'lı üst düzey bilim ve Astrofizik profesörü Richard Moller demiş ki
Muazzam bir patlama, binlerce kilometre içinde her şey yok olacak. İlk patlama dalgasından söz ediyoruz, şimdi ilk tsunami, muazzam bir ısıdan söz ediyoruz, dünyanın her yanında çıkan yangınlardan söz ediyoruz, sonrası karanlık.

Milyonlarca yıldır, uzayda gezen kocaman objeler dünyaya çarparak korkunç sonuçlara yol açtı. Sudaki etkilerinden birini Yukatan yarım adasının açıklarında gördüğümüz bir çarpma, 65 milyon yıl önce dinazorların yok olmasına yol açtı. Ancak bu dünyada ki ilk kitlesel yok oluş değildi. Muhtemelen sonuncusu da olmayacak.








Amerika'lı Bilim Kurgu yazarı Kim Stanley Robinson demiş ki


Bütün zamanların en büyük kitlesel yok oluşu değil bu, çünkü bundan önce "Permiyan yok oluşu" vardı. Okyanustaki türlerin %95'i yok oldu. Karadekilerinde %80'i, yani kökten yok oluş olayları olmuştur böyle.

(Bu arada dünyanın varlığından beri denizde türünü devam ettirebilmiş canlılardan birinin köpek balığı olduğu söyleniyor.)

Bazı bilim insanları, bu ölüm ve yıkım süreçlerinin son derece düzenli işlediğini düşünüyor.



Amerika'lı üst düzey bilim ve Astrofizik profesörü Richard Moller demiş ki

Paleontologlar çok tuhaf bir model buldular. Dinazorların ölümüne yol açan türden büyük yok oluşlar bunlar. Ancak diğerleride rastgele yaşanmıyor. Düzenli bir zaman diliminde oluşuyor. Bu çok tuhaf, her 26 milyon yılda bir yok oluş var. Açıklanması çok gerekli. 

Astrofizikçi Richard Moller, bu periyodik yol oluşunun açıklamasının Güneş sisteminin kenarında gizlenen "Loş cüce kızıl yıldızı" olduğunu düşünüyor. Nemesis, yani "Cezacı". Bu kurama göre Nemesis, Güneşimize eşlik eden keşfedilmemiş bir yıldız.



Güneş sisteminin ortasında uzun, elips yörüngedeki yolculuğunu 1.3 ışık yılında tamamlıyor. Nemesis, Güneşe 26 milyon yılda bir çok yaklaşıyor, yörüngesi "Oort" bulutlarının , yani Güneş sistemini çevreleyen tahminen trilyonlarca kuyruklu yıldızın içinden geçiyor. İşte o zaman Güneş sisteminin düzeni, kaosa dönüşüyor.


Amerika'lı üst düzey bilim ve Astrofizik profesörü Richard Moller demiş ki
Bu olay olduğunda Nemesis kuyruklu yıldızlara yaklaşıyor ve yörüngelerini bozuyor. 

Moller'in bu kuramına göre bu küçük var zararsız yıldızların yarattığı çekimsel bozulma uzun ve sakin kuyruklu yıldızların Oort bulutu içindeki yörüngelerinden uzaklaşmalarına sebep oluyor. Güneşin çekimiyle gelen 1 milyar kuyruklu yıldız, Güneş sistemine dağılıyor. Bir kısmının yoluna Dünya çıkıyor ve muazzam çarpışmalar sonucu kitlesel yok oluşlar gerçekleşiyor.



Güneşimizin keşfedilmemiş bir eşlikçi yıldızı olduğu iddiası tartışma götürür. Bilim insanlarının çoğu, Güneşin eşlikçisi olmayan, yalnız bir yıldız olduğu görüşünde. Ancak evrende, çekimden dolayı bir araya gelmiş ikili ve üçlü yıldızların olması normal.



Fizik ve Astronomi profesörü Adrienne Cool demiş ki

Galaksimizde yıldızların çoğu ikili yada üçlü yıldızlardır. Demekki Güneşinde aslında ikililerden olduğunu iddia etmek o kadar çılgınca bir fikir olarak görülmemeli.

Güneşin bir eşlikçisi olduğunu öne sürmek mümkündü. Ama Astronomlar, Moller'in iddia ettiği gibi Güneşe Nemesis ikiziyle benzeyen bir ikili sistem gözlemlememişlerdi. Moller'in Nemesisin gerçek olduğunu kanıtlaması gerekiyordu. 1997'de bu sırra ışık tutmak için bir NASA görevi başlatıldı. 2 mikronluk yıldız gözlemi , evrende daha önce bilinmeyen yıldızlar aramaya başladı. Bu 2 mikronluk gözlem aracı, Galaksimize bulunması güç nesneleri bulmak için özel olarak tasarlanmıştı. Ve şu ana kadar 2 milyondan fazla nesne buldu. Eğer Nemesis ordaysa gözlem teleskobunun bunu tespit etmesi gerekiyordu. Ancak teleskop, Moller'in tanımına uyan bir ölü yıldız yakalayamadı.



Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Aradık, ölü yıldız Nemesisi çok aradık. (Vah yazık) Ve hiç bir yerde bulamadık.

Ama Moller gözlem teleskobunun Nemesisi bulamamasına şaşırmıyor.



Amerika'lı üst düzey bilim ve Astrofizik profesörü Richard Moller demiş ki
Nedeni; mesafenin yaklaşık 1 ışık yılı olması, yörüngede dönüş süresi 26 milyon yıl olduğu için çok yavaş hareket ediyor. Yakınlardaki yıldızları gösteren standart gözlemler tarafından da yakalanmıyor. 



Bir başka ihtimalde Nemesisin aslında kahverengi cüce olması.

Bu sönmüş yıldızlar, kızıl cücelerden daha küçükler. Oldukça elips bir yörüngede kahverengi cüce, çoğunlukla dünyadan uzakta olacağı için Astronomlar tarafından görülemeyecektir. Eğer durum böyle ise Nemesis, 2 mikronluk gözlem teleskobundan kolaylıkla kaçabilir.

Araştırmasına devam eden Richard Moller, bir başka ve daha ayrıntılı araştırma planlıyor. Nemesisin bulunmasının sadece zaman meselesi olduğunu düşünüyor.



Amerika'lı üst düzey bilim ve Astrofizik profesörü Richard Moller demiş ki
O kadar çok yıldız varki sayıları milyonlarca. Ama saman yığınında iğne bulduğun zaman bakıyorsun, "Saman değil bu." diyorsun. Bunun gibi bir şey. Nemesisi bulduğumuz zaman yörüngeyi ölçeceğiz ve Nemesis olduğunu kanıtlayacağız.



ZAMAN İÇİNDE YOLCULUK MÜMKÜN MÜDÜR?



Zaman makinesi deneyleriyle ün salmış Amerika'lı Teorik Fizikçi Ronald Mallett demiş ki
Geçmişe yolculuk yapıp kaderimizi değiştirebilir miyiz? En büyük sorulardan biri de bu. 

Zaman makinesi, bir kurgu ürünüydü. Ama Mallett, kısa zaman içinde, zamanda yolculuk yapmak gibi gizemli bir fikri destekleyen bir bilim olduğunu öğrendi. Kaynağıda Albert Einstein idi. Einstein, uzay ve zamanın birbirine çok bağlı olduğunu , bu yüzden uzay ve zamanın bir kumaş, bir yaprak olarak düşünülebileceğini kuramlaştırdı. "Görecelilik" kuramı sayesinde Einstein, Gezegen, yıldız yada Kara delik gibi masif bir nesnenin aslında uzay zaman döngüsünü saptırdığını ortaya çıkardı. Einstein, yer çekiminin, bizi Dünyaya bağlayan, Dünyayı Güneşin etrafındaki yörüngesinde tutan gücün aslında bu sapmanın etkisi olduğunu düşünüyordu.



Mallett'a göre bu bakışın ve evreni farklılaştıran düşüncenin çok uzak çıkarımları var. Çünkü eğer zamanı bir çevirim halinde çevirmeye yetecek kadar çekim yaratılabilirse belkide zaman içinde öne ve arkaya giden bir yol açılabilir.





ANTİ("KARŞI" VEYA "NEGATİF" OLARAKTA BİLİNİR) MADDEYE NE OLDU ?


Bilim insanlarına göre evren oluşurken şu anda çevremizdeki her şeyi meydana getiren bildiğimiz maddeden başka bir maddede içeriyordu. Bunun içinde aşağı yukarı eşit miktarda anti-madde barındırdığına ve görünmez kötü ikiz olduğuna inanıyorlar.



Fizik ve Astronomi profesörü Adrienne Cool demiş ki

Evrenin en başına gidecek olursanız madde ve anti-maddeden meydana geldiği ortaya çıkıyor. Her partikülün bir anti-partikülü olduğu anlaşılıyor. 
Peki bu gizemli Anti-Madde nereye gitti?

Zaman makinesi deneyleriyle ün salmış Amerika'lı Teorik Fizikçi Ronald Mallett demiş ki
Anti-madde tamı tamına maddeye benzer. Aralarındaki fark ise şudur:
*Anti-madde tamamen farklı bir yüke sahiptir.

Normal madde atomlardan oluşur. Atomlarda, atom altı parçacıklardan meydana gelmiştir. Yani negatif yüklü elektronlar , pozitif yüklü protonlar.




Anti -maddede ise ; tam tersi yüke sahiptir. Aynı kütleye ama zıt elektrik yüklerine sahipler.





Zaman makinesi deneyleriyle ün salmış Amerika'lı Teorik Fizikçi Ronald Mallett demiş ki
Proton atomun çekirdeğini oluşturan pozitif yüklü parçacıktır. Anti- proton ise tıpa tıp aynı kütleye sahip negatif yüklü parçacıktır.



Evrenimizde zıtlar birbirini çeker. Partiküller ile Anti-Partiküller bir araya gelir. Ama madde ne zaman anti-madde ile bir araya gelse sonuç hep aynı. Birbirlerini imha ediyorlar.




Uzayda birbirine çarpacak şekilde yol alan 2 uzay gemisi olduğunu düşünün. Biri normal maddeden yapılmış, diğeri ise anti-maddeden. Başka bir uygarlık tarafından yapılan bir gemi olsun mesela. Çarpışma muazzam boyutlarda olacak ve geri kozmik çarpışma dedektiflerinin inceleyebilecekleri bir enkaz bile kalmayacak.





Fizik ve Astronomi profesörü Adrienne Cool demiş ki
Madde ve anti-madde yok olurlar, ama enerji kaybolmaz. Enerji 2 tane son derece yüklü Gamma ışınına "Foton"a dönüşür.


Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Eğer madde ile anti-maddeyi alır, karıştırırsanız patlar. Ve aslında, evrendeki en büyük enerji kaynağı madde ve anti-maddenin çarpışmasıyla ortaya çıkar.


Fizik ve Astronomi profesörü Adrienne Cool demiş ki
Yani madde içinde ne kadar enerji olduğunu anlayabilmek için bir an bunları iki avuç kum olarak tahammül edin. Biri madde, diğeri iste anti- madde . Bir araya gelmelerini sağlayın. Yok olacaklar ve enerji üretecekler.Ne kadar enerji mi ? Kaliforniya'ya 1 hafta yetecek kadar enerji çıkar.

Anti-maddenin etrafını saran esrar şudur:
Eğer evrenin ilk zamanlarında madde ve anti-madde neredeyse eşit ise o kadar anti-madde şu anda nereye gitti ?

Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Evrenin en büyük sırlarından maddenin kötü ikizi anti-maddeye ne olduğudur. Gökyüzünde nereye baksak sıradan madde görüyoruz. Anti-madde görmüyoruz. Samanyolu galaksisinden gelen çok az miktarda anti-madde var.


Amerika'lı Bilim Kurgu yazarı Kim Stanley Robinson demiş ki
Evrenin, neden tamamen maddeden meydana geldiği ve neden çok az miktarda anti-madde olmadığı bir sır. Zaten açıklanabileceğini de sanmıyorum.


Bir başka varsayım ise şu:

Belki de evrenin ilk zamanlarında madde, anti-maddeden biraz daha fazlaydı. Yani yok etme savaşına giren partiküller ve anti-partiküllerden geriye çok az miktarda madde kaldı .Ve savaş meydanından sağ çıkan gazi ise onlar oldu.

Fizik ve Astronomi profesörü Adrienne Cool demiş ki
Her 1 milyar anti-proton için 1 milyar proton gerekir. Milyar kendini yok eder, ve geriye sadece proto kalır.

Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Biz tortuyuz. Zamanın bir anında madde ile anti-maddenin çarpışmasıyla ortaya çıkan, o devasa enerji patlamasının artıklarıyız. En gelişmiş kuramlar bile madde ile anti-madde arasında neden bir asimetri olduğunu açıklayamadı. İyiki varmış, yoksa biz olmayacaktık.

Ancak madde galip gelip etrafımızda gördüğümüz her şeyi meydana getirmiş olsada uzak galaksilerde veya uzay bölgelerinde anti-maddenin egemen olduğu yerler olabilir mi?


Amerika'lı Bilim Kurgu yazarı Kim Stanley Robinson demiş ki
%99'unun anti-maddeden oluştuğu kos koca galaksiler olabilir. Tıpkı bizimkinin maddeden oluştuğu gibi. Eğer anti-maddeden oluşmuş galaksi, maddeden oluşmuş galaksiye çarparsa her ikiside muazzam bir ışık pırıltısı ve enerjiye dönüşüp yok olurlar.


Ne kadar garip olursa olsun, bilim insanları tıbbi amaçlar için kullanılmak üzere laboratuvar araçlarıyla çok az miktarlarda anti-madde üretmeyi başardı. Parçalanmakta olan radyo-aktif malzemelerden elde edilen anti-madde parçacıkları, vücuda enjekte edilerek beyinde "Ped" taraması yapılıyor.

Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Çoğumuz hastaneye gittiğimizde ve ped taramasına girdiğimizde bize aslında anti-madde kaynağı enjekte edildiğini bilmeyiz. Pet'in "P"si "Pozitron" demektir. Pozitron ise "Anti elektron" dur.

Fizik ve Astronomi profesörü Adrienne Cool demiş ki
Pozitron emilmesi sayesinde vücudun bir bölümüne gidip ne olduğuna bakarsak hemen elektron bulduğunu görüyoruz. Birlikte yok oluyorlar ve gamma ışını vücudun dışına çıkıyor.


Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Beynin zihinsel faliyet gösteren parçalarında yoğunlaştığı zaman, pozitron radyasyonu salılımını seçebiliyoruz. Artık beyin taramaları sırasında düşünen bir bir beynin muhteşem fotoğraflarını çekebilmek anti-madde sayesinde mümkün olabiliyor.


Anti-madde insan beyninin sırlarının çözülmesinde yardımcı olurken insan beyni, henüz anti-maddenin sırlarını çözemedi.




MARSTAKİ SU NASIL YOK OLDU?



Mars ve gizem, daima el ele gezer. Ancak kızıl gezegenin en çok merak edilen sırrının uzaylı istilacılar ile bir ilgisi yok.
Bilim kanıtlar, Mars'ın bir zamanlar Dünyaya benzeyen bir gezegen olduğunu ve hayatı mümkün kılan en önemli unsura sahip olduğunu gösteriyor. Suya.



Kıdemli Araştırmacı Peter Smith demiş ki
Marsta bol miktarda su vardı. Eski sellere dair kanıtlar bulduk. Atmosferinde minicik su buharı parçası bulduk. 


Hatta Marsın yüzeyince eski nehir vadilerini ve sel yataklarını andıran şekiller var.




Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki

Bir zamanlar okyanuslar , denizlerle dolu tropik bir gezegenmiş. Ama suyun tamamı yok olmuş. 




Marstaki onca su nasıl kaybolmuş olabilir? Üstelik neden kayboldu ? Bunlar bilim insanlarının çözmeye çalıştığı sırlar. Marsa yollanan uzay araçlarının topladığı jeolojik kanıtlar 3.5 milyar yıl önce Mars'ın sulak yüzeyinin dramatik bir değişim geçirdiğini işaret ediyor. Suyun ne zaman yok olduğunu bilsek bile nereye ve neden gittiğini anlayamıyor muyuz?


Kıdemli Araştırmacı Peter Smith demiş ki

Marstaki su çok çok uzun yıllar önce yok oldu. (Ordan göçebe gelmiş gibi anlatıyor.) Milyarlarca yıldan söz ediyorum. Eldeki ipuçları bize bu suyun çok uzun yıllar yok olduğunu gösteriyor. 


Marsta meydana gelen bir dizi olay, sulak manzaranın kasvetli bir manzara ile yer değiştirmesine yol açtı. Marsta, yoğun bir volkan patlaması süreci yaşandı ve lavlar yüzeyi kapladı. Süreç sona erdiğinde gezegenin erimiş demir çekirdeği katılaştı. Bu olay, Mars'ın manyetik alanını ve koruyucu ozon tabakasını kaybetmesine yol açmış olabilir.



Kıdemli Araştırmacı Peter Smith demiş ki

Bu olay yüzünden atmosfer, Güneşimizden gelen ve çok kuvvetli esen solar rüzgarlar karşısında korunmasız kaldı. 



Solar rüzgarlar gezegende milyonlarca yıl boyunca esti. Kalan atmosferide yok etti. Şimdi, artık bir zamanlar yağmur ya da kar olarak düşen su buharı, gezegenin daha dar çekimsel alanından da kaçmış oldu.


Kıdemli Araştırmacı Peter Smith demiş ki
Su atmosfere, su buharı olarak taşınır ve ultraviyole ışınlar tarafından bombalanır. 2 hidrojen ve 1 oksijen olan su, hidrojen ve oksijene ayrışır. Hidrojen, bilinen en hafif gaz olduğu için atmosferin tepesine çıkar ve solar rüzgarlar tarafından süpürülebilir.


Mars'ın suyunu kaybetmesine sebep olan bir başka kuram ise gezegenin dışından gelen bir tehditle ilgili. Güneş sisteminin ilk yıllarında Mars'ın ölümcül bir uçuş rotasında olduğuna dair kanıtlar var.

Kıdemli Araştırmacı Peter Smith demiş ki
3.9 milyar yıl önce "Büyük bombardıman" denilen bir küme vardı. Bu durumda gezegene bir sürü çarpma olmuştur. Böyle bir olayda gezegenin üzerindeki atmosfere ve çekim alanının dışına madde fırlamış olabilir.


Marsta suyun gizemli şekilde kayboluşuna dair başka cevaplar belkide kızıl gezegenin derinliklerinde gizli. Suyun bir kısmı karbondioksit ile karışarak 3km derinliğinde kutupsal buz başlıklarıyla yüzeyin çoğunu kaplayan bir "Permofrost" oluşturdu.




Ancak suyun içinde bir kanıt gizli. Sıvı su hala akıyor.



Kıdemli Araştırmacı Peter Smith demiş ki
Marstaki suyun çoğu yer altına gitti. Su toprağın içinde yürüdüğü ve atmosferin içine çıktığı için yüzeye çıktıkca kuruyacak. Su yer altında buz halinde dondu yada hatta sıvı su halinde toplandı. Bunlar bugün aramakta olduğumuz şeyler. Radyo dalgaları ve radarlarla yüzeye nüfuz ediyoruz ve bu su rezervlerini arayıp bulmaya çalışıyoruz.

Kimileri ise Dünyadaki hayatın Marsta başladığını, geçirdiği tuhaf değişimin kaderimizi belirlediğini düşünüyor. Eğer bu doğruysa Marstaki suyu bulmak belki bizi hem kozmik başlangıcımıza hemde geleceğimize götürebilir.


BÜYÜK PATLAMADAN(BİG BANG) ÖNCE NE VARDI ?





Mesele evren olduğunda bildiklerimiz, öğrenmemiş olduklarımızın yanında hiç kalıyor. Bu açıklanamayan sırların içinde biri, hepsinden önemli. Büyük patlamadan önce bir şey var mıydı? Ya da gerçekten büyük patlama her şeyin başladığı an mıydı ?




Öyleyse kıvılcımı çakan şey neydi?

Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Yaratılışı başlatan şey nedir? Büyük patlama kuramındaki muazzam işte bu. Hiç bir fikrimiz yok. Büyük patlamayı neyin harekete geçirdiğini hiç bilmiyoruz. Malesef bu konuda her hangi bir bilgimiz yok.

Büyük patlama, yani evrenimizin doğuşunun kozmolojik modeli 13.7 milyar yıl önce gerçekleşti. Evrendeki her şey bu ana kadar geriye sarılabiliyor.


Teorik fizikçi ve Evren bilimci Amerika'lı Andreas Albrecht demiş ki
Görünen o ki, en başta esrarlı bir av var. Biz buna tekillik diyoruz. Ancak esrarlıda olsa bir çok açık soru da var. Hala zaman çizgisiyle çok iyi bir başlangıç oluşturuyor.

Ancak bilimsel araştırmalar, büyük patlamadan önceki döneme kör ve sağır olduğu için böyle bir süreç var mı bilemiyoruz. Tekillik, hiç bir zaman ardını göremediğimiz ufuk gibi.

Kıdemli Araştırmacı Peter Smith demiş ki
Yaratılıştan önce zaman, uzay ve maddeyle birlikte yaratıldı. Büyük patlamada, bu türden bir olay sadece. Bu nedenle de, bunları yaratılışından öncesinde ne olduğunu bilmemize imkan yok.

Bununla birlikte, büyük patlamadan önce ne olduğuna dair yapılan spekülasyonlar, Astrofiziğin en büyük beyinlerini bile meraka düşürüyor.
Bazı kuramcılar, evrenimizin büyük patlamaları düzenli olarak yaşadığını düşünüyor. Bu döngüsel modele göre her trilyon yılda bir büyük patlama yaşanıyor. Genişleyen evren çöküyor ve yeni bir büyük patlamanın sahnesi hazırlanıyor.


Kıdemli Araştırmacı Peter Smith demiş ki
Bu yükü daha önceki bir evrene bağlamanın çok ilginç yolları var. Evrenin sonu başka bir evrenin başlangıcını oluşturabilir.

Amerika'lı Bilim Kurgu yazarı Kim Stanley Robinson demiş ki
Belki bir başlangıç hiç olmadı, belki ilk andan itibaren hep devam eden bir an bu. Yaratıcı diye de bir şey hiç yok.

Büyük patlama öncesinin açıklanmasına sandığımızdan yakın olabiliriz. Büyük patlamadan kaynaklanan kozmik sesler, hala evrende yankılanıyor. (Uzay boşluğunda sesin yayılmamasına rağmen frekanslarının alındığı iddia edildi. Hatta bir yıldızın patladığı an kulağı sağır edecek derecede bir frekans elde edildiği öne sürüldü. ) Aslında tekillik öncesinde ki anın cevaplarını içinde barındırıyor olabilir.

Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Önümüzdeki 10 yılda uzaya yeni dalga dedektörleri , yer çekimi dalgası dedektörleri gönderilecek. Lazer dalgalarına bağlanan yaratılışın şok dalgaları, lazer ışınlarını çınlatacak ve büyük patlamadan kalmış olan titreşimleri kaydedebileceğiz. Bu yüzden, önümüzdeki 10 yıllarda sadece büyük patlamayı dğeil, büyük patlama öncesinide görebileceğimize eminim. Bu konuda her hangi bir tereddütüm yok.

Lazerler, büyüme enerjisinin kaynaklarını yakalayacak ve belkide büyük patlamayı yaratan mekanizmayı çözecek. Eğer sırların en büyüğünü çözmek için çabalarsak, gerçekten evreni anlayabilmemiz mümkün olacak mı ?

Fizik ve Astronomi profesörü Adrienne Cool demiş ki
Ne zaman bir cevap bulsak , beraberinde bir sürü soru çıkıyor ortaya. İlerliyoruz, sır çözüldü diyoruz ama karşımıza başka bir sır çıkıyor.


Zaman makinesi deneyleriyle ün salmış Amerika'lı Teorik Fizikçi Ronald Mallett demiş ki
Bizler kendini anlamaya çalışan evrimin sonuçlarıyız. Ben evrendeki yerimizi böyle kavramlaştırıyorum.


Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Evren sürekli değişiyor, ama yasalar , fizik yasaları sabittir. Değişmezler. Bu da bize bütün kaosu açıklayabilmek için, nasıl bu hale geldiğimizi, nasıl başladığımızı açıklayabilmek için umut veriyor.


Sürekli değişen evrenimizde açıklanamayan sırlar, bizden saklanmaya devam ediyor. Artık en büyük sırları çözmenin geçmişimizin anahtarını ve geleceğimizin patikalarını bulmanın sınırına kadar geldik. Bilim bir çok sırrı çözsede uçsuz bucaksız, karanlık ve gizemli evrenimizde, geriye, hala keşfedecek çok şey kalıyor.


KARA MADDE, KARA ENERJİ

KARA MADDE



Binlerce yıldır geceleri gökyüzüne bakıp bu aydınlatılmış maddelerin evrenimizi oluşturduğuna inandık. Artık bilim adamları gökyüzünün gerçek sırrının ışıkta parlayan değil karanlıkta saklandığını fark ettiler. Yıldızları ve galaksileri birbirlerine bağlayan gizemli bir kara madde var. Ayrıca evrende gökyüzünü yaratan galaksileri çok çok uzağa ve kasvetli bir kadere sürükleyen karanlık bir enerji var.


Kara madde ve kara enerji, evrenin %96'sını oluşturuyor. 


Ve onların sırrını ortaya çıkarma ihtimali, milyonda bir gibi. Eğer ortaya çıkarılırsa evrenin kaderi açığa çıkmış olur. Evren, yer çekimsel güçlerin korkunç çarpışması nedeniyle parçalanıp yanacak mı? Yoksa kara enerji evrenin büyük yırtılmayla sonlanmasına mı neden olacak?


Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Evrenin sonu buzla gelecek.

Kara Madde , Dünyada karşılaştığımız her şeyden farklıdır. Ağırlıkları çok fazla olduğundan galaksileri etkileyecek güce sahiptirler. Bunlar nasıl oluşur? Ne kadar hızlı ilerler? Kara maddenin görünmez varlığı her yerdedir, ya da öyle görünüyor. Bilim henüz kara madde parçacıklarının olduğunu doğrudan kanıtlayamadı.


Astrofizikçi Dan Bauer demiş ki
Işık yaymıyor, ayrıca ışığı emmiyor, ışıkla hiç bir etkileşimi yok.

Astronomi Profesörü Richard Ellis demiş ki
Parlamadığı gibi onu karanlıktada kolay kolay göremezsiniz.


Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Dünya gezegeni üzerindeki her ders kitabı, evreni atomlardan ve atomun içindeki parçacıklardan oluştuğunu söyler ama bütün bu ders kitapları yanlış. İnsanlar kara madde denen bu görünmez maddeyi duyduklarında "Saçmalık, kara maddenin varlığına dair bir kanıt göster." diyorlar.

Astrofizikçi Dan Bauer demiş ki
Sizler kara madde için gökyüzüne bakacağımızı sanıyorsunuz. Ne de olsa kara maddenin geldiği yer orası. Ama biz kasklarımızı giyip maddenin içine gireceğiz.(Dünyanın merkezine doğru )

741 metre aşağıda, Soudan ulusal laboratuvarı var. Terk edilmiş bir demir madeni, araştırma tesisine çevrilmiş. Bu, deneylerin kozmik ışınlardan korunmak için yer altına inmiş bir çok laboratuvardan sadece biri.


Astrofizikçi Dan Bauer demiş ki
Bu konu üzerinde 10 yıldır çalışıyoruz ama henüz kara madde parçacığı göremedik.

Kara maddeyi arama çabaları 100 yıl önce başladı. Gökbilimciler, sonunda gece , gökyüzünün derinliklerini görecek araçlara sahip oldular ve sorular başladı.



Fizik Bölümü üst düzey araştırma görevlisi Sean Carroll demiş ki

1920'lere kadar teknoloji o kadar gelişmemişti. İnsanların teleskoplarıyla fark ettikleri, çözdükleri ve ne olduğunu anladıkları şeylerle kendimize küçük belirsiz görüntüler elde ediyorduk.
Yer çekimsel olarak çok çekici olan kara madde, görünmez madde bir küme içindeki galaksilerin tüm hızlarını etkileyebiliyordu.


Astrofizikçi Profesör Alexei Filippenko demiş ki
Einstein'in genel izafiyet teorisine ve hatta Newton'un yer çekimi kanununa göre bütün galaksiler birbirini çeker.

Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Yüzlerce galaksiyi analiz ettik ve hepsi aynı biçim düzenine sahip. Hepsi yörüngede çok hızlı dönüyorlar ve bunları bir arada tutacak bir kara maddeye ihtiyaçları var.


Bilim, bu konuya kulak verdi ve kara maddenin ne olduğunu merak etmeye başladı. Kara maddenin, evrenin neresinde saklandığını görmeleri gerekiyordu. Onu göremeseler bile bilim, kara maddenin, içinden geçen ışığı bükmesiyle kendini açığa çıkardığının farkına vardı. İşte bu duruma "Kütle çekimsel merceklenme" adı verilir. Bu gerçek bir spot ışığıdır ve evrendeki bütün görünmez maddeleri ortaya çıkarır.



Astronomi Profesörü Richard Ellis demiş ki
Onun yaptığı şey, diğer tüm kütlelerin yaptığı şeydir. Yani ışık ışınının yönünü değiştirir. Yani ışık, kara madde tarafından yolundan saptırılabilir.

Yolundan sapan ışığı izleyen kütle çekimsel merceklenme, galaksilerin harelerinde yoğunlaşmış olan kara madde ile buluştu.


Hata yapmayacağı düşünülen kütle çekimsel merceklenme sayesinde kara maddenin varlığı ortaya çıktı.



Astronomi Profesörü Richard Ellis demiş ki
Kütle çekimsel merceklenme denen teknik, kesin tekniktir. Çünkü onun sayesinde sadece ne kadar kara madde olduğunu saptamıyor, ayrıca gökyüzünde nasıl dağıldığınıda anlıyoruz. Çünkü kara maddenin içinden geçen ışık ışınlarının bükülmelerini ölçebiliyoruz.


Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Gözlüğünüzün orda olduğunu nasıl bilirsiniz? Çünkü gözlük ışığı büker. Aynı şekilde evrenin Habıl gökyüzü resimlerine ve galaksilerden geçen ışığın bükülmesine bakarakta kara maddenin haritalarını elde ederiz. 


Fizik Bölümü üst düzey araştırma görevlisi Sean Carroll demiş ki
Galaksi kütlesinin büyük çoğunluğu kara maddedir. Olan madde, kara maddenin yer çekimsel alanında birikir.


Ancak kara madde sahneye çıkar çıkmaz bilim insanları bunun fark edilmemiş yeni bir parçacık mı , yoksa görünmez bir olağan madde olduğunu merak etmeye başladılar.
Bilim insanları, evrendeki ışık yaymayan maddeleri incelemeye başladılar. Kara delikleri ele alalım.
*Işık yaymazlar.
*Maddeleri kendilerine çekebilirler.
*Kütle çekimsel merceklenme tarafından fark edilirler.



Fizik Bölümü üst düzey araştırma görevlisi Sean Carroll demiş ki

Bunlar kara deliklerin ya da temel olarak çok fazla ışık vermeyen küçük kara yıldızların, yani büyük kütleli harelerin şeklini alabilir. 

Büyük kütleli yoğun hareler, samanyolunun haresinde saklanırlar. Ve kütle çekimsel merceklenme tarafından bulunurlar. Ama kara maddenin miktarının açıklanmasına yetecek kadar büyük miktarda değildirler. Kahverengi cüceler gibi sönmüz yıldızlardan da şüphelenildi. Onlar kara maddeyi oluşturacak yoğunluğa sahipler. Kara madde, her ne ise, onda sıradan maddelerin ve yıldızların hepsinden daha fazlası var.


Fizik Bölümü üst düzey araştırma görevlisi Sean Carroll demiş ki
Atomlar, protonlar, nötronlar ve elektronlardan oluşturabileceğiniz bütün maddeler muhtemelen galaksilerde ve kümelerde gördüğünüz maddelerin toplam miktarını açıklamaya yetmeyecektir. 
Kara maddenin ağır bir madde olduğunu biliyoruz. Çok hızlı hareket etmediğini ve onu göremediğimizi de biliyoruz. 

Astronomi Profesörü Richard Ellis demiş ki
Kara madde parçacıkları ışık hızında hareket etmezler. Ayrıca sizinle veya benim etkileşimleri yoktur. İşte bu yüzden bu parçacıkların izlenmesi son derece zordur. 

Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Yer çekimi haricinde sıradan maddelerle etkileşim göstermezler. Eğer elimde kara madde olsaydı bir ağırlığı olurdu. Ama önce parmaklarımın arasından yok olur giderdi. 


Tıpkı görünmez bir adamın duvarlardan geçmesi gibi kara madde de, milyarlarca parçacık halinde bir anda dünyanın içinden geçer ve asla sıradan maddeler ile çarpışmaz. 


Tüm bu çabalara rağmen henüz ne laboratuvardakiler, ne de bir başkası kara maddeyi bulamadı.


Kara enerji
Evreni yönlendiren itici güce "Kara enerji" deniyordu. Bu, hiç kimsenin beklemediği ve anlamadığı görünmez bir enerjiydi.


Astrofizikçi Profesör Alexei Filippenko demiş ki
Bu da evrendeki en uzak mesafelerde bile yer çekimine egemen olan itici bir gücün olduğunu gösteriyordu.

Kara enerji evreni, uzayı yaratmış ve galaksileri, kendiyle birlikte bu yolculuğa çıkarmıştı.



Astrofizikçi Profesör Alexei Filippenko demiş ki
Evreni dolduruyor gibi görünen bu enerji, evrenin zaman içinde çok daha hızlı genişlemesine neden olan enerjiye kara enerji deniyor. 

Astronomi Profesörü Richard Ellis demiş ki
Sandalyelerle dolu olan bir sınıf hayal edin. Ve bu sandalyeler yavaş yavaş birbirlerinden çok uzağa gitmeye başlasınlar. Bütün sandalyeler, genişleyen evrenden uzaklaşacaklarından oturduğumuz sandalye hangisi olursa olsun, bütün sandalyeler sizden uzaklaşacaklardır. Ama sandalyeler aslında genişlemiyor. Aslında bütün sandalyeler hala aynı büyüklükteler. Burda meydana gelen asıl şey sınıfın gittikçe büyümesidir, sandalyelerin arasındaki boşluk gittikçe büyümektedir. 

Fizik Bölümü üst düzey araştırma görevlisi Sean Carroll demiş ki
Bütün galaksiler arasında daha fazla boşluk oluşmakta. Böylece, uzay gittikçe daha fazla büyürken, galaksilerde, aslında aynı boyutta kalmaktadır. 

Kara enerji, kara maddeden çok daha farklıdır.


Astrofizikçi Profesör Alexei Filippenko demiş ki
Bu enerji, galaksilerin kümelerde yaptığı gibi ya da yıldızların galaksilerde kümeleşmez. Tam tersine hepsi bir örnek çıkarmaya başlatır. Hangi yöne bakarsak bakalım aynı miktarda hızlanma görüyoruz. 

Astronomi Profesörü Richard Ellis demiş ki
Bazılarının dağılımında ve etkisinde bir düzen olduğuna inanmasına rağmen bu enerji muhtemelen akıcı bir enerji. 

Japon asıllı Kuramsal Fizikçi Michio Kaku demiş ki
Kara enerji bir vakum enerjisi.bir hiçlik enerjisi. Aslında hiçin bile bir enerjisi vardı. Ve bu enerji, galaksileri birbirinden ayırıyor ve denetimsiz bir evren yaratıyor.

Kara enerji, şu anda evrenin genişlemesini yönlendiriyor. Ve hiçte duracağa benzemiyor. Şimdilik kara enerji ve kara madde, 21.yüzyılın en büyük kozmolojik sorunu olarak kalacaktır.


UZAYDA ALKOLNÖTRON YILDIZLARI VE PULSAR GEZEGENLERMAGNETARLARNÖTRİNOLAR


Uzayda Alkol




Ne kadar tuhaf görünsede, Astronomlar, yıldızlar arası bulutların biranın içerdiğiyle aynı cins alkolle dolu olduğunu keşfetti.


Amerika'lı Astronom Laura Danly demiş ki

En garip bulutlardan birinin içeriğinde organik moleküller ve özelliklede etil alkol dolu. Yani, aslında dev bir kozmik içki fabrikası olabilir. Bu eğlenceli bir fikir. (Bencede çok eğlenceli.)

Dev moleküler bulutlar, gaz ve tozun muazzam bir birleşimidir. Hatta bazıları Güneş sistemimizden binlerce kat daha büyük. Yoğunlukları ve dev gövdeleri sayesinde kozmik bir kokteyl üretebilen kompleks moleküllerin oluşmasını sağlıyor.


Amerika'lı Astrofizikçi Amy Mainzer demiş ki

Bira fabrikasında alkol üretmek için arpa,su ve maya kullanılıyor. Oysa yıldızlar arası moleküler bulutlarda hidrojen su ve karbondioksit gibi basit moleküllerin bir araya gelmese ve etil alkol gibi daha kompleks moleküllerin kimyasal tepkimeye girmesi için çekirdeklenme alanlarını yaratan toz taneleri var.

Ton taneleri, moleküler bulutun merkezine doğru daha da yaklaştıkça bulutun merkezinde oluşan yıldıza yaklaşmış oluyorlar. Bu da , onlara bazı kompleks moleküllerin buharlaşmasını sağlayacak kadar ısıtıyor. Uzaydaki etil alkol gibi.


İlk alkol bulutu, 1975'te tespit edildi.



O zamandan beri başka, gerçekten tuhaf uzay bulutlarıda gözlemlendi. Kartal takım yıldızında bulunan "G34.3" bulutu çapı güneş sistemimizin çapının 1000 kat daha fazlası.


Amerika'lı Astrofizikçi Amy Mainzer demiş ki
Aslında "G34.3" isimli bulutta, Dünya gezegenindeki her insan için önümüzdeki 1 milyon yıl boyunca her gün 300.000 kutu bira üretmeye yetecek kadar alkol var. İçinde HidrojenSiyanür, KarbonMonoksit, KarbonDioksit, Amonyak ve benzeri pek çok kimyasalda var. Bulutun dış tarafında donmuş taneler ve kompleks moleküller bozulmamış olarak duruyor ve biz onları "Kuyruklu Yıldız" olarak biliyoruz. 


Bu kuyruklu yıldızların bazı kompleks molekülleri, güneş sisteminin içine getirdiği düşünülüyor. Hatta gezegenimizde bu moleküller tohumlanmış olabilir. Mesela yaşam için gerekli olan aminoasit blokları.


Amerika'lı Astronom Laura Danly demiş ki
Güneş ve yeryüzü, alkol bulutu gibi başka bir yıldızlararası buluttan oluştu. Eğer doğru içeriği alırsak , doğru organik içeceği, elinizde hayat için malzeme olur.

Amerika'lı Astronom Michelle Thaller demiş ki
Uzayda salınan dev bir alkol bulutu olması çok garip görünüyor. Ama en sevdiğim tarafı içinde alkolünde bulunduğu yaygın moleküllerin, galaksi ve evren boyunca dolaşması. Her yerdeler, eğer dünyayı toz haline getirirseniz meydana gelecek olan şey bizi oluşturan yıldızlararası bulutların içindeki kimyasal maddelerdir.

Alkol yüklü bulutlar, yeryüzüne hayatın tohumlarını ekmiş olabilir. Güneş'e ikinci yakın gezegen Venüs'ün sıcak ve korkunç bir yüzeyi var .



Ama garip bir biçimde yaklaşık 50km yüksekliğinde bulunan bulutları, ısıyı hayat için uygun olabilecek düzeye çekiyor.

Michael Mıschna demiş ki
Sıcaklıklar kabaca Dünyanın yüzeyinin sıcaklığı ile aynı. Atmosfer basıncı aşağı yukarı yeryüzü ile aynı. Yani Dünya hayat varsa aynı koşullarda Venüs'te de olabilir.

Amerika'lı Astrofizikçi Amy Mainzer demiş ki
Venüs'ün atmosferinin, kaçak sera etkisinin bir ürünü olduğu düşünülüyor. KarbonDioksit artışı yüzeydeki sıcaklığın artmasına neden oluyor. Yani eğer Venüs'te sıvı halde su bulunuyorsa bile eninde sonunda kaynayarak buharlaşacak ve böylece yukarı, atmosferde bulunan daha uygun yerlere gidecekler.



NÖTRON YILDIZLARI VE EKSO GEZEGENLER

Güneş sistemimiz oldukça sıradışı gezegenler barındırıyor. Gelişmiş teleskoplar, Güneş sistemimizin ötesinde konumlanan 300den fazla gezegen tespit etti. "Ekso Gezegenler" deniyor. En ilginç ekso gezegenler pulsar gezegenleridir. Güneşimiz gibi yörünge çizen yıldızların aksine, bu gezegenler "Pulsar" adı verilen hızlı dönen Nötron yıldızının etrafında yörünge çiziyorlar.




Pulsar tıpkı deniz feneri gibi sinyal yayıyor. 


1990'da bilim insanları, "Başak" takım yıldızının , 900 ışık yılı uzakta konumlanmış üçlü pulsar gezegeni keşfetti.


Amerika'lı Astronom Michelle Thaller demiş ki
Bu gezegenler, pulsara çok yakınlar. Bir gezegenin var olacağı son yer. Kimse bu şeylerin etrafında gezegenler görmeyi düşünmüyordu. Çünkü pulsarla bir nötron yıldızı "Süpernova" patlamasının kalıntısıdır. Bu yıldız evrende bilinen en amansız ve kaotik patlamalardan kendini atmayı başarmış. 






Amerika'lı Astrofizikçi Amy Mainzer demiş ki

3 gezegen var ve 2 tanesi yeryüzünün kütlesinden 4 kat daha büyük. 3. gezegen ise yeryüzünün uydusu olan Ay'ın 2 katı. 


Oldukça küçük gezegenler. Zaten nötron yıldızının merkezine o kadar yakınlar ki, merkürün yörüngesine uyabilirlerdi.

Asıl soru , bu gezegenlerin Süpernova çarpışmasından nasıl kurtulduğu. Aynı şey bizim Güneşimize olsa, Güneş sistemi içindeki gezegenler buharlaşırdı.

Amerika'lı Astronom Laura Danly demiş ki
Eğer gördüğümüz o gezegenler, Süpernova zamanında da orda olup kurtulmayı başardılarsa kesinlikle o gezegenlerde hayat olması mümkün değil. Bu konuda hiç umut yok. Süpernova'nın o kuvveti ve enerjisi ve o radyasyon ortamı her şeyi öldürmeye yeter de artar bile.

Bu 3 gezegen, süpernova patlamasında yıldızın yörünge değildilirse, o halde oraya nasıl ulaştılar?

Astrofizikçi Profesör Alexei Filippenko demiş ki
Belki de bu Pulsar gezegenleri patlayan yıldız Süpernova'nın oluşturduğu kalıntılardan oluşmuştur. Belki de etrafa saçılan materyal parçaları tam olarak dağılmadılar ve gezegenleri oluşturan bir enkaz bıraktılar. Bu tuhaf Pulsar gezegenlerinin nasıl oluştuğunu gerçekten bilmiyoruz. Şimdiye kadar bütün teorileri zorladılar. Nötron yıldızı maddesi oldukça yoğundur. Kütlesi çok fazladır. Hatta bir atom çekirdeği gibi yoğundur. Bu yüzden de gezegeni oluşturan madde olduğundan , gezegenden bir kova dolusu kum alırsam, Dünyadaki en büyük tepe olan Everest tepesi kadar kütlesi olacaktır. Bu kova Dünyada rahatlıkla kaldırılırken, eğer kovanın içindeki Nötron yıldızı maddesi olsaydı Everest tepesinin kaldırılmasının imkanı yoktu. Nötron yıldızı maddesinin ne kadar yoğun olduğunu burdan anlayabilirsiniz.


MAGNETARLAR




2 tür Nötron yıldızı var:
*Çok hızlı dönen ve düzenli sinyaller yayan Pulsarlar.
*Daha yavaş dönen ve manyetizma alan enerji yayan Magnetarlar.

Pulsarlardan daha nadir olan Magnetarlar, evrende bilinen en güçlü manyetik alanlara sahip.


Amerika'lı Astronom Laura Danly demiş ki
Yeryüzünde, Magnetarlar'ın ki kadar kuvvetli manyetik bir alan bulabilmeniz imkansız. Ama yaklaşık olarak denk bir şeyi, Tesla kangalı ile yapabilirsiniz. Tesla kangalının ortadaki top ve onu çevreleyen kafes arasında yarım milyon volt kadar büyük bir voltaj farkı var. Aradaki boşluk, elektronlar hava da gezinirken enerji yayılımı sağlıyor. Tesladan çıkan kıvılcımlarda bir çok miktarda enerji yayıyor. Magnetar'da bunun gibi "Gama" ve "X-Ray" ışınları olarak gördüğünüz enerji yayılımı.



Astrofizikçi Profesör Alexei Filippenko demiş ki
Magnetarlar devasa şekilde enerji yayabilirler. Ama Pulsar gibi periyodik olarak değil, rastgele. Kabuğunda yıldız depremi gibi bir şey olur ve bir manyetik alan demeti bir araya gelir. Muazzam miktarda enerji yayar. Enerji, Gama ve X-Ray ışınlarına dönüşür.

Bilim adamları ilginç bir şey keşfetti. Pulsar gibi davranan, aslında Magnetar olan bir yıldız. Nasa, bu yıldızın parlamalar halinde 5 devasa enerji patlaması gerçekleştirdiğini gözlemledi. Halbuki bu Magnetarların özelliğidir. Parlamalar 2005 Mayıs ve Temmuz arasında 5 kez gerçekleşti. Her parlama 1 saniyeden kısa sürdü, ama yayılan enerji Güneşinkinin on binlerce katıydı.

Astrofizikçi Profesör Alexei Filippenko demiş ki
Bir gözlemde Pulsar'ın tıpkı bir Magnetar gibi çok güçlü bir manyetik alan gerektiren devasa patlamalar yaşandığına rastlandı. Bir tür manyetik alanın, yeniden yapılanması gibi. Normal bir Pulsar'ın enerjisinin çok fazlasıydı. Yani en azından bir vakada Pulsarlar ve Magnetarlar arasında bir bağlantı var. Pulsar sonradan Magnetar özellikleri gösterdi.

Pulsar, Magnetar karışımı yıldız oldukça genç. Henüz 900 yaşında. Bu yüzden Astronomlar Nötron yıldızlarının bir yere kadar Magnetar olarak yaşayıp, durularak Pulsar olduğunu düşünüyor.



NÖTRİNOLAR




İnsanlar ve Evrendeki çoğu şey normal maddeden oluşmaktadır. Bu da, 4 temel parçacıktan meydana gelir. Bu parçacıklardan biri Nötrino.


Amerika'lı Astronom Michelle Thaller demiş ki

Benim görüşüm; evrendeki en garip madde olduğu yönünde. Şu anda, her saniyede Güneşten gelip vücuduma girmekte olan 50 trilyon nötrino var. Başka yıldızlardan, başka yönlerden Dünyaya doğru gelen başka Nötrinolar da var. Trilyonlarla ölçülen bu şeyler, her saniye üzerimize yağıyor. Ama onlardan tamamen habersiziz. Bizi kesinlikle etkilemiyorlar. 

Astrofizikçi Profesör Alexei Filippenko demiş ki
Çok küçük bir kütlesi var. O kadar az miktarda bir madde ki nerdeyse hiç bir şey. Ama bir enerjisi var ve uzayda hızlı hareket ediyor. Bu şeyler son derece etkisizler. 




Nötrinolar, genellikle yıldız içindeki Nükleer Reaksiyonlar tarafından oluşturulur. Güneş buna dahildir. Her saniyede yaklaşık 60 milyar nötrino, vücudumuzdan geçmektedir.

Ancak Nötrinoları yaratan başka kaynaklarda var.


Amerika'lı Astronom Michelle Thaller demiş ki

Nükleer Reaktörler tarafından üretilirler. Bir kısmı sürekli etrafımızda bulunan taşların içindeki elementlerin radyoaktif çürümelerinden oluşur. Ve kozmik ışınlar atmosferimize çarptığında ortaya çıkan başkalarıda vardır. Ve bunlar atmosfere saatte 160 km hızla giden beyzbol topuna eşit şiddetle çarpar. 





Çok büyük miktarlarda Nötrino, Big Bang'ın hemen ardından evrene salındı. Başka parçacıklar ve ışıkla birlikte. İnsanlarda, bu başlangıçta var olan karmaşanın soyundan geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder